Pvp server 1299,Koxp,Metin2,Mt2,Tanıtım,Hile,Paylaşım,2018 Pvp server 1299,Koxp,Metin2,Mt2,Tanıtım,Hile,Paylaşım,Hack, ,Acme,saoc,Knightonline,Myko,Çinko,Tbl,2018 |
|
| II. ABDULHAMID HAN 2 | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 4016 Rep Puanı : 10960 Rep Gücü : 40 Yaş : 38 Nerden : ist İş/Hobiler : Knight Online Lakap : KOXPCU
| Konu: II. ABDULHAMID HAN 2 Cuma Haz. 05, 2009 12:18 am | |
| Bu jurnal keyfiyeti dolayisiyle de Sultân Abdülhamîd, muârizlari tarafindan haksiz ve çirkin bir sûrette itham edilegelmistir. Gûyâ ulu orta verilmis saçma-sapan jurnallere istinâden birçok insani sürgüne gönderdigi pek çok yazilip söylenmistir. Bu hususdaki gerçegin lâyikiyle kavranabilmesi ve merhûmun dirâyet, liyâkat ve hassasiyyetinin anlasilabilmesi için bir tek misâl zikredelim:
Birgün yüksek seviyede bir me'mûrun Çiragan Sarayi önünden geçerken gûyâ:
"–Âh Sultân Murâd Efendimiz!.. Sen basimizda olsaydin, böyle mi olurdu?!."
meâlinde bir söz söylemis oldugu yolunda bir jurnal alinmis ve bundan dolayi da o me'mûrun Fizan'a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdir olmustu. Buna îtiraz eden Sadrazam Saîd Pasa:
"–Efendimiz, bu ne hâldir, anlayamiyorum?!. Bu me'mûrun takriben alti ay önce ihtilâs (rüsvet) cürmü sâbit oldugu halde onu afvetmistiniz.. Simdi ise, enti-püften bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!." demesi üzerine, o koca Sultân Sadrazam'a su cevâbi vermistir:
"–Hayir Pasa Hazretleri, ben onu bu jurnalden dolayi sürgüne göndermiyorum! Asil sebep, o zikrettiginiz ihtilâs cürmüdür. Esâsen bu jurnali de kasden kendim verdirttim. Lâkin onu, alti ay evvel böyle bir tertibe bas vurmadan cezâlandirsaydim, yalniz kendisini degil, çoluk-çocuk ve akrabâlarini da cezâlandirmis olurdum. Onlar da es ve dostlarina karsi mahcûb olurlardi. Simdi ise, bu adami gûyâ benim istibdâdima karsi çikmis bir insan sifatiyla kahraman telâkkî edecekler. Böyle olmasini tercih ettim!.."
Bu öyle bir hâdisedir ki, O'nun devri için sürüp gelen hakli-haksiz tenkîdlerin degerlendirilmesinde bize büyük bir isik tutar.
Sultân Abdülhamîd'in kalbî rikkatini kavramaya yarayacak bir hâdise de sudur:
Sultan Abdülazîz'in sehîd edilmesinden bes sene geçmesine ragmen halk, bu menfûr hâdiseyi unutmamisti. Kâtillerin yakalanip cezâlandirilmasini istiyordu. Bu umûmî arzu üzerine Yildiz'da hususî bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede Mithat Pasa, Hüseyin Avni Pasa ve daha bazilarinin Abdülazîz Han'in kâtili olduklari sâbit oldu. Mahkeme bunlar hakkinda îdam cezâsi verdi. Ayrica Plevne kahramani Gâzî Osman Pasa ve Ahmed Cevdet Pasa gibi sahsiyetlerin dâhil oldugu kirk kisilik mûteber bir hey'ete de bu karar bir kere daha tedkîk ettirildi. Onlar da, müttefikan karâri isâbetli gördüklerini beyân ettiler. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd Han, îdâm cezâlarini sürgüne tahvîl etti. Fazladan olarak da suçunu îtiraf etmis bulunan Mithat Pasa'nin cebine sürgüne giderken 800 altin harçlik koydu. Insan, hâdiselerin içyüzüne vâkif olunca, bu büyük merhametli pâdisâha karsi dil uzatanlari aslâ afvedip hos göremez!..
Sultân Abdülhamîd Han'in Dünyâ çapinda ithâmina vesîle olan sebeplerden biri de, devrinde basgösteren ermeni mes'lesidir. Ermeniler, ülkemizde yasayan gayr-i müslim teb'a arasinda bizim örf ve âdetlerimizi benimsemek yönünden müstesnâ bir durumda idiler. Asirlarca "teb'a-i sâdika" olarak yâdedilmislerdi. Fakat günün birinde kendilerini kullanarak siyâsî emellerine ulasmak isteyen Ruslar'in propagandalarina muhâtab olarak sadâkatten ayrildilar. Ilk önce Rus tahrikiyla baslayan ermeni kipirdanislari, sonradan bütün hiristiyan bati devletlerinin alâkasini celbetmis ve onlar da bu ihtilâfa dâhil olmuslardir.
Bu maksadla ermenileri silâhlandiran Ruslar'in faâliyetini ve bunun nihâî gâyesini görmekte gecikmeyen dâhî Sultân Abdülhamîd Han, ermenileri toplu olduklari bölgelerden saga sola cebrî bir sûrette göç ettirmek gibi bir tedbire bas vurmustur. Fakat bu kadar mâsumâne bir hareket, yahûdî destegi ile de beslenerek onun aleyhinde beynelmilel bir propaganda tezgahlanmasini intâc etmistir. Neticede kendisine Viyana'da îmâl edilerek gönderilmis bir kupa arabasina îmâlât esnasinda uzun bir zamana ayarlanmis saatli bir bomba yerlestirilmis ve bu bomba, kendisinin seyhulislâm ile Cum'a namazi hitâminda mûtâd hârici üç-bes dakika ayaküstü konusmasi sebebiyle o daha arabaya binmeden Yildiz Câmî-i Serîfi önünde infilâk etmis, asker, sivil bir çok insan ölmüs ve yaralanmistir. Herkesin telâsa kapildigi o hengâmede Sultân Abdülhamîd Han, sükûnetini muhâfaza ederek:
"Korkmayin, korkmayin!.."
diye bagirmis ve arabanin seyis mahalline oturarak ecnebî sefirlerin alkislari arasinda atlari kirbaçlayip sarayina avdet etmistir.
Devrinin sözde münevverlerinin gafletine bakiniz ki, Belçikali ermeni Jorris'in tertibi eseri olan bu suikati alkislayanlar görülmüstür. Hattâ zamanin gözde sâiri Tevfik Fikret, bu hâdiseyi anlatan 'bir anlik gecikme' anlamindaki "Bir Lahza-i Teaahur" isimli siirinde suikastçiyi 'sanli avci' diyerek tebcil etmekte ve suikasdin muvaffakiyetsizlikle neticelenmesinden dogan teessürlerini terennüm etmekteydi. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd'in kendisine karsi en küçük bir mukâbelesini tarihler kaydetmemektedir.
Sultân Abdülhamîd devrinin gâilelerinden biri de o siralarda filizlenmeye baslayan yahûdî mes'lesidir. 1982 yilinda Isviçre'nin Bazel sehrinde 'ilk siyonist kongresini' toplamis olan Teodor Hertzel, daha önce yazdigi "Yahûdî Devleti" isimli kitâbiyla dünyâ yahûdîlerinin Filistin'de yeniden toplanmalari gerektigi yolunda tesebbüse geçmis ve bu gâye için o gün dünyânin en büyük zengini olan yahûdî Roçilt âilesinin destegini saglamisti. Onun namina iki kere Türkiye'ye gelen ve yahûdîlerin Filistin'e avdet edip orada ikâmet eylemeleri mukâbilinde Osmanli Devleti'nin dis borçlarini ödemek teklifini Roçilt namina Sultân Abdülhamîd'e arzetmis olan Hertzel'in, O'nun çelik gibi sert irâdesine çarparak redde mahkûm olmasi sebebiyle, yahûdîler tarafindan bütün dünyâda o büyük hükümdar için bir karalama kampanyasi baslatilmistir.
Bu kampanya sebebiyledir ki, otuzüç senelik saltanati boyunca hiç kimsenin burnunu kanatmamis, ancak ana ve babasini öldürmüs olan bir cânî disinda normal mahkemelerce verilen îdâm cezâlarini bile tenfiz ettirmemis, kendisine suikast yapan bir haremagasini ve hattâ ermeni Jorris'i dahî afvetmis bulunan Sultân Abdülhamîd Han için haksiz ve mesnedsiz bir sûrette 'kizil sultan' lakabi, meshur ve harciâlem bir hâle getirilmistir. Hayfâ ki, yahûdîlerin îcâd edip ermenilere armagan ettikleri bu iftirâ, böyle ecnebî kimselerden ziyâde vatanin o gün bugündür bir çok talihsiz Türk asilli nesilleri arasinda da revaç bulmustur.
Filistin'e göç edip yerlesmek gibi ilk nazarda mâsumâne görünen arzularinin Sultân Abdülhamîd tarafindan mutlak bir sûrette redde mahkûm oldugunu gören yahûdîler, o mübârek sahsiyeti bertaraf etmedikçe emellerine ulasamayacaklarini anlamakta gecikmediler. Bundan dolayidir ki, önce Istanbul'da ve sonra da yahûdî muhiti Selânik'te temerküz eden Ittihat ve Terakkî cemiyetini kurdurarak vatanin bir kisim bedbaht evlâdlarini bir propaganda sisinde bogdular.
Tehlikeyi gören Sultân Abdülhamîd, yahûdîlerin Filistin'de toprak satin almalarini yasakladigi gibi, onlarin bu emellerine muvâzaa yoluyla ulasmalarini engellemek için de, her arâzîsini satmak isteyenin yerini sahsî parasiyla satin alarak "emlâk-i sâhâne" hâline getirmistir. Filistin Çiflikât-i Sâhânesi böylece vücûda gelmistir. Sultan Abdülhamîd bunlara ilâveten oradaki müslüman nüfûsu da artirma yoluna gitmistir.
O sirada Rus tahrikiyle tesekkül etmis çeteler, Balkanlar'i cadi kazani hâline getirmis bulunuyordu. Bunlarla mücâdele eden birliklerin birtakim subaylari, Ittihat ve Terakkî ve onun arkasindaki yahûdîlerce igfâl edilmislerdi. Bunlar isyân ederek Abdülhamîd Han'i II. Mesrûtiyet'in ilânina zorladilar.
Abdülhamîd Han, yeni bir kânûn-i esâsî hazirlatip tatbik etmeyi düsünüyordu. Fakat gayet buhranli ve ihtilâl hazirliklarinin yapildigi karisik bir ahvâl içinde buna firsat bulamamisti. Mecbûren eski kânûn-i esâsîyi yürürlüge koydu.
Meclis-i Meb'ûsân 17 Aralik 1908'de toplandi. En azili Osmanli düsmanlari dahi meb'ûs seçilerek meclise girmisti. Hatta ne hazîndir ki, mecliste azinliklarin te'sîri müslüman meb'ûslardan daha çoktu.
Ittihat ve Terakkî iktidari, kisa zamanda halkin umûmî sûrette nefretini kazandi. Karsilastigi tenkîdleri siddetle bastiriyor ve muhâliflerini gazeteci veya fikir adami demeden suikastlerle yok ediyorlardi. Bu durum, zuhûr eden nefreti had safhaya çikarinca, kendi iktidarlarini korumak için sâdik adamlari sandiklari avci taburlarini Rumeli'den getirip Taskisla'ya yerlestirdiler. Ancak bunlarin baslarindaki subaylar, kisa zamanda Beyoglu âlemleriyle siyâset girdabina sürüklenip askerleriyle alâkalarini kestiler. Serbest kalan avci taburlari efrâdi, halkla temas edince, Ittihat ve Terakkî'nin irtikâb ettigi mel'ûnâne zulüm ve hiyâyetlerini ögrenerek kendilerini korumaya me'mur olduklari bu kadroya karsi ayaklandilar. Istanbul'da birkaç gün terör hâkim oldu. Bazi Ittihat ve Terakkî milletvekilleri sokak ortasinda katledildi. Iste 31 Mart Vak'asi denilen hâdise budur. Bu ayaklanma sebebiyle iktidarlarini tehlikede gören Ittihat ve Terakkî, Rumeli'den "Hareket Ordusu" denilen çogu rum, ermeni ve yahûdî çapulcusu onbes bin kisilik bir kuvveti Istanbul üzerine sevk ettiler.
Sultân Abdülhamîd, bu gürûha karsi -maalesef- asiri merhameti sebebiyle hareketsiz kaldi. Halbuki sarayinin etrafinda iyi tâlim ve terbiye görmüs otuz bin asker vardi. Neticede tâc ve tahti için su hengâmede bile kan dökmeye râzi olmayan Sultân Abdülhamîd, Hareket Ordusu'na arkalanan Ittihat ve Terakkî hükûmetince hal' olunarak tahttan indirildi. Usûlen tanzîm edilen fetvâ da, tamamen haksiz ve mesnedsizdi. Kendisine bulunabilen kusur, "kütüb-i mu'tebere-i dîniyyeyi cem' u ihrâk", yâni mûteber dînî kitaplari toplatip yaktirmakti.
Bu bühtanin asli sudur: O zaman Kur'ân-i Kerîm'in sahislarca basim ve yayini yasakti. Kur'ân-i Kerîm'i devlet bastirir ve parasiz dagitirdi. Sahislarin Kur'ân-i Kerîm tab'inda gereken ihtimâmi gösteremeyecekleri düsüncesiyle konulmus bulunan bu yasaga ragmen Kur'ân-i Kerîm tab' olursa, bunlar müsâdere edilip ihrâk olunur (yakilir), külleri de îtinâ ile çignenmeyecek bir topraga gömülürdü.
Diger taraftan, hal' fetvâsi âid oldugu makamdan sâdir olmamistir. Bu maksadla parlementoya celbedilen ve kendisine baski tatbik edilen fetvâ emîni Haci Nûrî Efendi, Pâdisâh'in hal'i için kâfî bir ser'î sebep mevcûd olmadigini beyândan sonra:
"Hal' mes'ûmdur (ugursuzdur)! Sultân Abdülazîz hal' edildi. Arkasindan koca Rumeli elden gitti. Rumeli'den milyonlarca muhâcir Istanbul'a geldi. Medrese ve câmîler, lebâleb bunlarla doldu. Ben o zaman medrese talebesiydim. Yetîm çocuklari sirtimda tasimaktan omuzlarim çürümüstü. Mâdem ki ille de Pâdisâh'in hal'ini arzu ediyorsunuz, kendisine arzediniz; O, kendi kendisini azletsin!.." dedi.
Bu münâkasaya sâhid olan Talat Pasa, ipin ucunun elinden kaçacagini anlayinca, ulemâdan olan milletvekillerine istenilen fetvâyi vermeleri için baski yapti. Bu baski neticesinde tefsir sâhibi Elmalili Hamdi Efendi'nin takrîri (söyleyip yazdirmasi) ile Sultân Abdülhamîd Han hakkindaki mâhut hal' fetvâsi ortaya çikti.
Hazindir ki, bu keyfiyeti Sultân Abdülhamîd'e teblig için parlementoca seçilmis bulunan dört kisilik hey'ete israrla Selânik meb'ûsu yahûdî Emanuel Karassou Efendi kendisini de dâhil ettirmisti. O koca Sultân, bu hey'ette su yahûdî çifiti da görünce, digerlerine dönüp:
"–Sizler müslümansiniz! Beni halîfe olarak görüp görmemeyi arzu etmek hakkinizdir. Lâkin bu yahûdînin aranizda isi ne?!." demekten kendini alamadi.
Onlar da, bu söz üzerine baslarini önlerine egdiler. O zaman Sultân, bütün bu olanlarin mukadderât îcâbi oldugunu düsünerek:
"Bu, azîz ve alîm olan Allâh'in takdîridir..." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. | |
| | | | II. ABDULHAMID HAN 2 | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|